Ece Temelkuran’la online söyleşi

ATA-NC Kitap Kulübümüz 15 Ocak, 2011’de Ece Temelkuran’la Muz Sesleri üzerine lezzetli bir söyleşi yaptı. Online sohbet, Skype aracılığıyla gerçekleştirildi. Genelde yazarla buluştuğumuz bu tür söyleşilerde önce yazardan kitap hakkında kısa bilgi isteriz, daha sonra üyeler kitapla ilgili düşüncelerini paylaşır ve soru sorarlar.

Ece Temelkuran da önce kitaba ait kısa bir açıklamada bulundu. Muz Sesleri’ne gelen yorumların başında; “kitabın zor okunurluğu” ve “roman karakteri sayısının fazlalığı” olduğunu söyledi. Okuma gruplarıyla yapılan okumaların ve söyleşilerin zihin açtığını söyleyen yazar, daha önce de başka kitap kulüplerine misafir edildiğini ve bu söyleşilerden haz ettiğini belirtti.

Kitap kulübü olarak Muz Sesleri’ni oldukça hacimli ve dolu bulduk. Romanın, yazarin vizyonunun ve politik birikiminin paylaşıldığı bu söyleşiden aklımda kalan birkaç konuyu maddeler halinde paylaşmak istiyorum:

  1. Türk mü? Türkiyeli mi? sorularına cevap olarak yazar; bunun öteki okuma gruplarında da sıkça tartışıldığını söyledi. Türk olmanın etnik kimlik olarak öne çıkması ve Türklük adına işlenen suçlardan uzaklaşmak adına, entellektüellerin Türkiyeli olma olgusunu öne çıkardıklarını söyledi. Ortadoğulu mu? sorusuna ise kısaca; Ortadoğulu olmanın kendine has şairane bir dokusu ve tadı olduğunu dile getirdi.
  2. Kulüp üyelerinden gelen bir yorumda; muzun Kuran’da yasak meyve oluşuna dikkat çekildi (semeratullah=Allah’ın yemişi). Ve yazara bunu romanda simetrik sembolizm bilinciyle kullanıp kullanmadığı soruldu. Temelkuran muzun yasak meyve oluşunu daha önce hiç duymadığını ve farkında olmadan bir simetri oluştuğunu söyledi. Edebiyatın büyüsünün böyle zamanlarda görünülük kazandığına da dikkat çekti.
  3. Roman kahramanı Hamza’nın iyi ötesi olduğuna topyekün karar verdik! “Böyle erkek varsa nerede bulunur?” diye düşünce üretenlerimiz de oldu! Kimilerimiz romanın tek Türkiyeli karakteri Deniz’i yazarla özdeşleştirdiğini dile getirdi. Temelkuran bunu daha önce de duyduğunu fakat Deniz karakterinin kendisi olmadığını belirtti.
  4. Yazar savaşın kötü birşey olmadığını savunuyor. İslami direniş veya başka anlamda direniş, hepsinin özünde insanların maküs kadere boyun eğmemek için ortaya koydukları hayati çabanın –barış özlemine rağmen- adrenalin bağımlılığı yapan bir eylem olabileceğini düşünüyor.
  5. Yazar, terör örgütlerinin din ve inancı kendi emellerine alet ettiklerini, toplumun vicdanını sömürdüklerini, aslında savundukları doktrinle yaptıklarının dinle uzaktan yakından ilgisi olmadığını savunuyor. “Din artı politika” kavramına inanmadığını söyleyen yazar, Kuran’ın yoksulların örgütlenmesine ilişkin ilk ayetlerini görmezden gelen terör örgütlerinin iki yüzlü olduğunu savunuyor.
  6. Yazar, darbe döneminde edebiyatımızın siyaset koktuğunu, oysa şimdilerde aşk içeren eserlerle dolduğunu düşünüyor. Kendisinin demode bir yazar olduğunu ve yapmaya calıştığı şeyin edebiyatımızda politik roman dönemini başlatmak olduğunu iddia ediyor. Bugün Türkiye’de aşk satsa da, politika içerikli kurgunun geri döneceğine inandığını ifade ediyor.
  7. Yazar aşk yaşayan iki insanın politik iki canlı olduğunu savunurken herşeyin içinde politikanın var olduğuna inanıyor.
  8. Okuyucunun kendisine inanmasını dileyen yazar, bazen okumakta zorlansalar da pes etmemelerini öneriyor.

Bonus: Ağrı’nın Derinliği adlı romanında yeni bir hikaye anlatım yönteminin öncülüğünü yaptığını söyleyen yazar, eğer bu romanı grubumuz okursa tartışmaya online katılabileceğini vurguladı.

Yazardan ayrıldıktan sonra temamıza uyacak şekilde muzlarımızı ve muzlu ekmeği afiyetle paylaşırken kendi aramızda sohbete devam ettik. Muz sesleri duymayı hayal edenlerimiz, Ağustos gecelerinde meyve vermekte olan muz ağaçlarını ziyaret edeceğe benziyor!