Ernest Hemingway Müzesi

Ernest Hemingway müzesi keyifle gezdiğim mekanlardan biridir.

Gittiğim yerlerde resim sergilerine, sanat galerilerine ya da müzelere, yerel gösterilere, varsa fabrika ya da üretim atölyelerine ziyaretten zevk alırım.

Fas’ta bitki köklerinden yapılan boyalarla renklenmiş yünlerden halı dokuyan kızların çevik elleri; Türkiye’nin Batı Karadeniz bölgesinde yaşayan ünlü bir heykeltraşın metal, tahta ve plastik kullanarak ortaya çıkardığı çağdaş sanat eserleri; İrlanda’nın yeşil  ve dik dağlarında yayılan keçi ve koyunların yünlerinin battaniyelere dönüşümünü gösteren açık hava şovu; Meksika’da atletik bir dansçı çiftin muazzam flemenko dans gösterisi, Peru’da iptidai dokuma tezgahlarında dokunan rengarenk pançolar; Mısır’da antik zamana ait heykel ve spenkslerinin replikalarının yapıldığı taş atölyesi; ABD’de dev bir sigara fabrikasının üretken ve akıllı robotları ve daha çoğu ziyaretlerim sırasında eğitirken egğendirmiştir.

Kanımca turizm için ya da iş amaçlı gidilen her yerde o yöreye özgü kültürel, sanatsal ya da üretime yönelik aktiviteler bulunup gezilebilir. Bu, yöre halkına verilen değeri gösterirken kültür zenginliğine de katkı sağlar.

Bunu dedikten sonra sizlerle son gezilerimden birinde yaptığım Ernest Hemingway müze-evi gezisini ve izlenimlerimi paylaşmak istiyorum.

ABD’nin güneyinde, Florida eyaletine bağlı irili ufaklı birçok ada vardır. Bunlardan biri Key West adında küçücük bir adadır. Key West, 1899 ile 1961 arasında yaşamış, dünyaca ünlü gazeteci yazar Ernest Hemingway’in -şimdi müze olan- ikametgahına ev sahipliği yapmaktadır. Türk okuyucusu Ernest Hemingway’i Çanlar Kimin İçin Çalıyor ve Klamanjaro’nun Karları adlı hikaye kitaplarından ve aynı adlı filmlerden hatırlayacaktır.

Ernest Hemingway’in müzeye çevrilmiş evini gezmek isteyişim, yazarı yaşadığı zamanı ve bulunduğu çevreyi  görüp mümkünse duyumsayabilmek içindi.

Ev 1851’de inşaa edilmiş, yaklaşık 850 metre kare büyüklüğünde çok pencereli, büyük balkonlu, iki katlı şirin bir mekan. Alt katta oturma odası, yemek odası, mutfak ve kahvaltı alanı var. Üst katta ebeveyn yatakodası, çocuk ve hizmetçi odalari ile Hemingway’in ilhamla dolup yazdığı ışıl ışıl bir kütüphane bulunuyor.

Neredeyse 1 hektarlık araziye yayılmış bu evin yanında ve arkasında küçük bir tropik orman, üzerinde tahta köprüsüyle küçük bir gölet, devasa bir yüzme havuzu ve sebze bahçesi için ayrılmış alan var.

Öyle gorünüyor ki, yazar, hem evin içinde, hem eve asılı duran orta boy bir oda büyüklüğündeki balkonda ve hem de bahçede düşünmek ve yazmak için mükemmel firsatlar yakalamış.

Ancak Hemingway haemochromatosis denen bir hastalıktan muzdaribmiş. Haemochromatosis kanda yüksek dozda demir bulunmasına neden olurken pankreasa zarar veren bir rahatsızlık. Yazar bu hastalıkla uğraşırken kalıtımsal depresyon, paranoya ve dengesizlik içindeymiş. Yaşadığı paranoyanın en büyük nedeni Küba’ya yaptığı ziyaretler ve FBI tarafından takip edildiği zannına kapılmış olmasıymış. Sonunda Idaho’da bulunan diğer evinde yüksek dozda aldığı alkolün de etkisiyle ağzına iki kurşun sıkarak intihar etmiş.  Babası, kız ve erkek kardeşleri de akli dengesizlik sonucu intihar etmişler. Daha sonra torunlarından biri de bu ırsi problemler nedeniyle intihar etmiş.

Hemingway genç yaşlardan itibaren yaşadığı mental problemlere ve alkol tüketimine rağmen 1954’de Nobel Edebiyat Ödülü almış. Şu sözlerine bakılırsa yazar kendi yanlışlarının bütünüyle bilincindeymiş: “Zeki adam bazen sarhoş olmalı ki bütün aptallıklarını görme imkanı bulsun.”

Hemingway’in müze evini gezerken, daima yaşamın kıyısında yer almış usta yazarın heybetli görünüşü altında ne denli kırılgan bir yapıya sahip olduğunu hissettim. Derler ki genç yaşta yaşadığı ve asla unutamadığı bir aşk derbeder etmiş günbegün.. Kim bilir? Belki doğrudur…