Mesafeler, duygular ve davranışlar

Fotoğraf1016

Mesafeler engel değil.

Bu cümleyi okuduğunuzda  sosyal medyanın da yoğun etkisi nedeniyle hemen sevgi, aşk gelecek belki akıllarınıza.

İletişim içinde olanların süslü sözlerden etkilenip tanımadıkları ama tanıdığını zannettikleri, kibar, kültürlü, anlayışlı, zengin, duygusal vb. olduğunu düşündükleri kişilerin yansıtmaya çalıştıkları imajların, klavye tuşları aracılığı ile iletilmiş kibarlıkların, iltifatların gerçek olması ihtimali ne kadardır sizce?

Gördüğü, düşündüğü ile gerçeğin birbiri ile örtüşmediğini fark etmeleri zaman alacak hatta izler bırakacaktır sevgi arayışı içinde olan ya da hayatında boşluk yaşayan, sorunlu kişilerin kalbinde.

Bunun sonrası da vardır. Hayal kırıklığı…

Asıl depresyon o vakit başlar.

Şuradan buradan bulunmuş etkili olacağı, görmesi, okuması istenilen kişinin üzerinde baskı yapacağı düşünülen, duygu sömürüsünde tavan yapmış bir şiirin belki birkaç dizesi, buram buram depresyon kokan ağdalı şarkılar, yüreği elinde, kanlar içinde acayip resimler dolanır durur sayfalarda.

Ağlak paylaşımların ardı arkası kesilmez ve artık görmek bile istemezsiniz her gün karşılaştığınız bu hastalıklı düşünceleri.

Sahte dünyaların içinde zaman öldürenlerin, okuduklarının, hissettiklerinin adını “ aşk “ koyanların,   aşkı, sevgiyi merakla, heyecanla karıştırıp tarifi zor melankolilere kapılanların sonunun hemen her zaman hüsran olması, travmaların izler bırakması kaçınılmazdır.

“Bir şeyi çok sevmek, insanı o şeye karşı kör ve sağır yapar” demiştir Hz. Muhammed (s.a.v)

Sevgiye evet ama aklımızı bir kenara koymaya hayır demeliyiz.

Travmatik aşklar tehlikelidir de aynı zamanda. Gazetelerin üçüncü sayfalarındaki haberlere bir göz atarsanız bu hastalığın, akıl tutulmasının derecelerini ve sonuçlarını görebilirsiniz.

Bir tomurcuğun açması, bir kedinin ayağınıza sürtünmesi,  yolda gördüğünüz bir dostun sıcak merhabası, içtiğiniz sudan, yediğiniz yemekten aldığınız tat, sevdiğiniz bir parfümün  kokusu… Yüzünüzde gülümseme olabilecek o kadar çok neden var ki. O halde haydi gülümseyelim, hatta kahkahalar atalım yaşamda sahip olduklarımıza  ve yeterince sahip çıkmaya çalışalım, gidenlerin hesabını yapmak yerine.

Bütün bunlar nereden mi geldi aklıma?
Birazdan anlayacaksınız.

Devam edeyim o halde…

Güneşli, ılık bir öğleden sonrası eve dönerken yönümü değiştirerek parkın içinden geçmek, biraz taze nefes almak yolumu uzatmak gelmişti içimden.

Akhisar Üniversite Yapma ve Yaşatma Derneği yararına, 5–24 Ocak tarihleri arasında Şehir Merkezi Şehit Necdi Şentürk merkez parkı içinde Yöresel Lezzetler Festivali yapılacağını daha önceden duymuş ama bugün oradan geçerken gördüğümde tamamen unutmuş olduğumu anlamıştım.

Ana tema yöresel lezzetler  olsa da gıda stantlarının yanı sıra eğlence ve alışveriş stantları da  vardı bolca.
Festival gezimi hızlı yapmak, kısa kesmek gereği duymuştum. Her yandan ayrı kokular, dumanlar, iki tombul bayanın yan yana yürürken hemen hemen tamamen kapattığı yollar hevesimi kaçırmıştı. Kendisinden başkalarının da orada olduğunu adeta unutmuşçasına incik boncuğa, Kebaplara, tatlılara bakacağım, deneyeceğim, tadacağım derken arkalarından gelen geçebilirmiş, geçemezmiş umurlarında bile değildi.

Dedim ya, kısa turumun sonunda geri dönerken festivalde Akhisar Kent Konseyi Kadın Meclisinin kadına şiddete karşı farkındalık yaratmakamaçlı açtığı standın  önünden geçtiğim sırada çok yakınımdaki bir genç adamın telefonla oldukça gergin, öfke saçan konuşmasına kulak misafiri oldum.

Konuştuğu, tehditler savurduğu kişinin sevgilisi olduğu anlaşılıyordu.

“- Sana bir çay içelim dedim, nereye kayboldun Allah’ın belası…

– …

– Senin peşinde koşamam, ne sanıyorsun kendini?

– …

-Gülerek konuşma benimle, sana bunu ödetirim, burnundan getiririm bu yaptığını…

– …

-Sana gülerek konuşma diyorum. Güldüğünü biliyorum, ağzını kapatarak gülsen de buradan anlıyorum, bari kahkaha atsaydın oldu olacak ama ben seni ağlatmasını da iyi bilirim.

– …

-Senin gözlerini oyarım valla…

– …

Buna benzer sözler sarf ediyordu sürekli  asabi genç adam.

Nerede?

Tam olarak, “ kadına şiddete karşı farkındalık  “ standı önünde.

Duyulmaması mümkün olmayan yüksek bir sesle.

Yani, perhiz ve lahana turşusu yan yanaydı.

Gördüm ki pankartlarla engel olunabilecek, stant açarak farkındalık yaratılabilecek bir gerçek değildi şiddet.

Şiddet sadece dövmek, yaralamak, saldırmak, tecavüze yeltenmek veya gerçekleştirmek, öldürmek olarak mı algılanıyor?

Aşağılama da bir şiddettir. Tehdit de öyle.

Be adam, alt tarafı bir çay içecektin.
Bu hiddet, bu şiddet niye?

Hiddet şiddeti doğurur. Şiddet ise öfkenin sonucudur derler.

Büyük ihtimal bu ilk  hiddetli konuşmaları değildi.

Buna izin veren karşı tarafı da suçlu kabul ediyorum ben.

Kendine saygısı olan her birey karşısındakine istemediği bir söz karşısında bile dur!diyebilmeli.

Demiyorsa belki bundan keyif alıyordur diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Belki bu da mazoşist eğilimli bir kişinin sevgiyi yaşama biçimidir.

Aşırı baskıyı bile hoş gören, sevgi gösterisi gibi algılayan bayanlar olduğunu biliyorum. Hemen düşük eğitim düzeyi demeyin. Yüksek eğitimli olup da arkadaşlarıyla sohbette sanki övünürcesine “ benim eşim öyle giymeme izin vermez,  oraya gitmemi istemez…”  şeklinde anlattığı kısıtlanmaları sevgi, marifet zanneden kadınlar olduğunu biliyorum.

Sevgi bu denli yoğun bir ihtiyaç yaşamın içinde ancak yerli yerinde, üslubunca, şefkat dolu, insana yakışır biçimde yaşanması gereken bir duygu olmalı.

Ne demiştim en başta? Mesafeler engel değil.

Evet, şiddet konusunda da engel değil. Telefonun diğer ucundan da fiziki şiddet öncüsü sözlü şiddet uygulamaktan geri kalmıyor bazı kişiler.

Tam bu anda aklıma Almanya’nın Köln kentinde, yılbaşında sokağa çıkan kadınların uğradığı  cinsel tacize olayı geldi.

Olaylarla ilgili gazetecilerin sorularını yanıtlayan Köln Belediye Başkanı Herniyette Reker, kadınları “davranış kodlarına” uymaya çağırmış ve kadınların kendilerini nasıl koruyabileceklerine ilişkin sorular üzerine de, kadınların tanımadıkları ve fazla güvenmedikleri kişilerle aralarında bir kol mesafesi bırakabileceklerini söylemiş.
Vatandaşların hem bu öneriye, hem de taciz olayına tepkisiz kalması düşünülemezdi elbette.

Sosyal medyada da #einearmlänge (kol mesafesi) etiketiyle birçok paylaşım yapıldı o günden beri.

Ve dediler ki:

“Tecavüz kültürüne son verin. Kurbanları suçlamayı bırakın. Tecavüz asla kurbanın suçu değildir!”
”Matrix’teki Neo bunu zaten biliyordu. Tek kol mesafesiyle her şeyi uzakta tutabiliyordu.”

Ben de diyorum ki, bir kol mesafesi de neymiş?
Reker,’in insani bir yaklaşımla, o an söyleyiverdiği sözlerin, bu masum önerinin kurtarıcı olması oldukça zor görünüyor… Bırakın tanımadıklarınızı, fazla güvenmediklerinizi, yeri geldiğinde ana, baba, eş, akraba da taciz ve şiddet olayının içinde olabiliyor.

Kol mesafesi, devede kulak.

Neymiş?
Evet, mesafeler engel değilmiş. Taciz olayı sonrası günlerde alınan bilgilere göre polis kadınların etrafını sarıp sözle ve elle sarkıntılık yapanların saldırıyı sosyal medya üzerinden örgütleyip örgütlemediklerini araştırıyormuş. Bu araştırma da yine mesafelerin birçok konuda engel olmayabileceği olasılığına işaret ediyor.

Zekâ ile belanın doğru mu yoksa ters orantılı mı olduğunu  tekrar düşünmek gerek.

İnsan olabilmenin onurunu üstünde düzgünce taşıyanlara selam olsun. Sözlerimiz, sitemimiz taşıyamayanlara.

Uzaklarınız yakın, kollarınız incitmeyen sevgilere, güvene uzanır olsun.

Müşerref Özdaş