Muz Sesleri – Ece Temelkuran

Doğma büyüme Akdenizli, muhtemelen muz ve narenciyeyle içiçe büyümüş bir arkadaşıma muzların doğarken ses çıkarıp çıkarmadığını sormuştum. Bilmediğini, böyle birşeyi daha önce hiç duymadığını söylemişti. Henüz küçük de olsa bir muz ağacım var. Günün birinde meyve verirse seslerini dinlemek için bir Ağustos gecesi usulca yanına gidip bekleyeceğim, mest edici sesler çıkarabileceğini hayal ediyorum!

Muz Sesleri isimli Ece Temelkuran romanında, refakatçisi savaşla birlikte aşk var! Bir kocanın aşkla tutkun olduğu karısına verdiği ilk ve tek söz ve fakat yerine getirlemeyiş var! Yoğun Beyrut yaşantısına sarmallasmış siyasi, dinsel, etnik, sınıfsal, kimlik boyutunda her türlü kargaşa var! Yüksek sesle olmasa da çocukların gözünden savaş var!

Yazar Beyrut’ta bir süre yaşamış ve ilk elden gözlemlerini kurgulamış. Ece Temelkuran son noktayı koyduğunda; Beyrut anlatılmaz, yaşanır demiş!

Beyrut’ta savaştan tükenen insanların hergün ümit ve yaşam enerjisiyle doğup, kendilerini gündeliğin akışına bırakışları var kitapta. Beyrut halkının patlayan bombalara rağmen şarkı dinleyip, kahkaha atarken içki yudumlayışları absürd gelse de hayatın gösterişten uzak yaşanışına, bu halin aslında mücadelenin bir parçası oluşuna açık örnekler var. Yazar, delici suskunluğu ve savaşa rağmen sıradan yaşamı beceriyle aktarmış.

Beyrut dokusunu oluşturan her milletten, her ırktan çeşit çeşit insanın bir apartmanda yaşıyor olması adeata “küçük ölçek Beyrut” görüntüsünde! Cinselliğini sorgulayanlar, orta yaşlı eskinin solcusu bir kadın, görünmemek için tesettüre bürünmüş ve kararından her an dönmeye hazır bir kadın, körelten bir aşka tutulmuş Suriyeli, Hizbullah hayranı bir Ermeni! Beyrut sokaklarından portreler; Sri Lanka’dan Filipin’den, Etiyopya’dan hizmetçiler, Suriye’li, Lübnan’lı esnaflar, şöförler, Filistinliler, ev sahipleri, zenginler, yoksular, bariz sınıf farklılıkları, markalar, küçümsemeler!

Bu apartmandan çıkıp taksiye atlayan Filipina’nın öyküsüyle başlıyor roman. Filipina, Filistinli bir doktor baba ve Filipinli bir annenin kızıdır. Geçmişine ve ebeveylerine ait bulabileceği manevi kırıntıların peşine düşmüştür Babasından kalan epik mektuplar derindir, yoğundur, coşkuludur, vicdanlıdır, sorgulayıcıdır ve en önemlisi de karısına olan aşkıyla doludur!

Mektuplardan beynimde asılı kalan birkaç inci:

“Bir insan bir insanda başka bir hayat kapısı bulursa aşık olur!”

“İnsan, yarası yarasına denk geleni sever!”

“Birlikte yaşanan hikayeler, insanları birbirinin evi yapar.”

Romanda Oxford ve Paris de var. Doktora tezini yazmak için uğraşan Deniz’in, İngiliz profesörüyle yaptığı bir konuşma çarpıcıydı. Türkiyeli Deniz, Oxford’da profesöründen Ortadoğulu olduğunu öğrenir! Profesörü Deniz’e bir süreliğine tez yazmayı kenara bırakıp Ortadoğuda yaşamasını ve bu bilinçle teze devam etmesini önerir. Deniz’in tez konusunda savunduklarını Oxford’da elinde şarap kadehiyle değil, Ortadoğuda yaşanan acının orta yerinde görebileceğini imalar.

Bir süre önce bir Amerikalıyla sohbet ederken, konu dönüp dolaşıp Avrupa Birliğine girme çabalarındaki Türkiye’ye gelmişti. Avrupa Birliğine girmek için bunca uğraşıyı tasvip etmediğimi ve Türkiye’nin aslında Avrupa’da olduğuna da inanmadığımı söylediğimde epey şaşırmıştı. Haklıydı, o zaman kadar konuştuğu hemen her Türk “Avrupalıyım” demişti. Ama ben Ortadoğulu olduğumuza inanıyorum ve sözlerimin birkaç kaş kaldıracağını düşünüyorum!

Bir okuyucu olarak kitabın dilini dalgalı bulduğumu söylemeliyim. Kimi zaman fazla oyalayıcı ve anlaşılması zor, buna karsın bazı yerlerde açık ve akıcı bir dil kullanılmış! Mektuplar da sanki edebi olmak için çok uğraşmış, bazen söylev havasında ve bu durum kitabın geneline de yansımış. Dildeki dalgalanmaya rağmen, mektupların içeriği ve zalim mülteci kampı hikayeleri yüreğimin bam teline bastı!

Beyrut’un yakın tarihi ders kitabı üslubuyla verilmiş. Bu beni çok rahatsız etmedi çünkü yöre coğrafyasını ve siyasetini yalnızca TV haberlerinden duymuş biri olarak, yazarın tecrübesini ve topladığı bilgileri romanlaştırması çekici geldi.

Enternasyonal roman kahramanlarının duruşları ve özgün halleri hoşuma giderken Türkiyeli Deniz’in iki kelimeyi biraraya getiremeyişi, fikirsizliği, bir akademisyenden çok, liseden sonra Avrupa turuna çıkmış bir züppe gibi havai ve dünyadan habersiz oluşu çok iticiydi.

Yazar Ece Temelkuran’la 15 Ocak 2011 tarihinde roman söyleşisi için buluştuğumuzda değinebileceğimiz kışkırtıcı ve merak uyandıran bazı konular:

·Batılının çözüm için düşünmesi, Doğulununsa hayatı “seyrine bakılacak bir şey” olarak algılaması.

· Türküm demek yerine Türkiyeliyim demek.

· Teröre karşı ılımlı müslümanlık.

· Plastik sandalyeler ve florasandan ibaret Ortadoğu.

· Ortadoğulularda adam yerine konmama hissi; hikaye anlatırken bile sadece kendilerine ait hikayelerde sınırlı kalma güdüsü.

· Bolca “Yani” kullanarak konuşmak (İngilizcede bunun benzeri, özellikle gençler arasında, “Like” kullanarak konuşmak)

· Dünya birgün Beyrut olacak.

· Ekmek ağacı yaparken yoksula dokunamamak.

· Ortadoğuluların liderlerinin resimlerini her yerde sergileme isteği.

· Müslümanların adalete odaklanmış olması, eşitlikten söz etmeyişleri.

· Her bomba sesiyle herkesin biraz daha hiç kimse olması.

Muz Sesleri isimli Ece Temelkuran romanı biraz iteleye kakalaya ilerleyen bir eser. Risk sizin!

Yazarla online Muz Sesleri sohbeti.

One thought on “Muz Sesleri – Ece Temelkuran”

  1. Ilginc yalklasimlarin oldugu celiskili ve goz acan bir yaz urunuunu yansimasi oldugunu dusunuyorum. Dikkat cekici netelikleri ve tarihden gunumuze baglantilari ile dolasim soz konusu gibi iuyanim oluisturdu
    Paylasim kisa ve ozendirici olmus. elinize saglik 🙂
    Tesekkurler

Comments are closed.