Hasret’inden Mektup: Damlalar

Yumuşayan gökyüzü masum damlalarını döker ya toprağa.. Damlalar öyle düşer gözlerimden her gece yastığa.

Sızlayan yüreğimde, sızılara sarmalanmış hıçkırıklar.

Hiç kurumayacakmış gibi sökün eder damlalar.

Ve o damlalar sana. Damlalar bana. Damlalar bize. Elveda ikimize.

Hayaldin sonra gerçekmiş gibi oldun. Madem hayatımda yoktun, neden ‘miş gibi’ yaptın?

Ve birden unutulması gereken biri oldun? Sonrası malum; dualarıma kondun. Unutmak mı beklemek mi derken yüreğim doldu yara. Hem öyle böyle değil, bir baştan bir başa. Akar oldu kan kırmızı gözyaşlarım çarşaflara, yorgana, yastığa.

Ağıt ilaçtır derler. Ağıtlarım ilaç mı, bilmiyorum. Ağıtlarım hep yalnız. Ağıtlarım hep uzun. Onlar her gece daha da uzun.

Gözler ağıttan yorgun düşünce, dalarım uykuya her gece. Hiç uyanmasam daha iyi.. Yine de, düşle uyku arasında bir yerlerde avuturum kendimi; “yarın gece de var” diye.

Sessizlik, yalnızlık, karanlık ve ağıtlara giden ‘yarın geceler’ var. Ondan sonraki  gece de.

Ümit yok artık uykularda. ‘Yeni güne uyanacağım’ diyen. ‘Belki herşey düzelir’ diyen. ‘Belki..’ diyen.

Ümit bundan böyle yarın geceyi bekleyiş, ağıdın zevkiyle uykunun kucağına geçiş.

Kalmadı başka zevkim; dualarım, ağıtlarım, uykularım.

Hani yumuşayan gökyüzü masum damlalarını döker ya toprağa, geceleri öyle düşer damlalar yaralanmış yüreğimden yastığa.

 

Hasret’inden.