Eylül – Mehmet Rauf

Eylül romanı, kitap kulübümüzün Eylül ayı için belirlediği bir kitap. Evet, tüm kulüp olarak, sonbahar ile birlikte bir aşk romanı okuyacak kadar romantik kişileriz..

Öncelikle söylemek istediğim şey şudur: Bu romanı günümüz Türkçesine yakın bir şekilde yazılmış haliyle değil de, Servet-i Fünun Edebiyatının sanatkarane uslubunda okuyup anlayabilmeyi çok isterdim. Eğer o şartlarda okuyabilseydim, romandan alacağım haz katbekat fazla olurdu. Çünkü öyle güzel cümleler, öyle romantik betimlemeler ve öyle hassas bir tını var ki, bunu en iyi o dönemin sanat dolu ritminde hissetmek mümkün olurdu.

Dediğim gibi, romanı günümüzün [daha] arı dilinde okudum. Bu nedenle gereğinden hızlı okuyup bitirdim ve öyle olunca edebi yanını hissetmekten çok acaba sonunda ne olacak kaygısıyla sadece hikayeye kilitlendim.

Belki de bazı şeyleri modernize etmemeliyiz. Belki de edebiyat eserlerini yazıldığı zamanın tadında hissetmek için, o zamanın lirizmini hissederek o şartlarında okumalıyız..

Kitap hakkında diğer düşüncelerim:

Roman ruhsal analizlerle dolu bir çalışma. Mehmet Rauf’un Eylül romanı Türk edebiyatında ilk psikolojik roman olarak biliniyor. Ve ilk kez baş kahramanların içseslerinin satırlara aktarıldığına şahit oluyoruz.  Psikolojik çözümlemeler oldukça derin ve manalı. 1900 yılında İstanbul yaşamından bir kesitle karşımıza çıkan bu romanda olaylar özet olarak şu şekildedir:

Pek sevimsiz ve ıssız bir yerde yaşamakta olan geleneksel bir ailenin fertlerinin tanıtımıyla giriyoruz romana. Ailenin reisi çekilmez bir efendidir. Eşi halim selim anlayışlı bir yaşlı hanımefendidir. Kızları Hacer ve içgüveyi eşi ile baba evinde mutsuz bir evlilik yaşamaktadır. Oğulları Süreyya, genç eşi Suad mutlu görünen bir evlilik içindedirler. Bu çift daha sonra Süreyya’nın o beldeden usanması nedeniyle bir yalı kiralayarak aileden uzaklara taşınırlar.

Süreyya maymun iştahlı, havai, tembel, egoist ve kendi havasında bir oğlan çocuğu gibidir. Konaktan bıkınca yalıya geçen, sandaldan usanınca kotra arzulayan, balıktan bezince kırlarda gezinen, kalabalıktan sıtkı sıyrılınca yalnızlık arayan, manzaradan usanınca ev değiştiren, azıcık çalışıp bol eğlenen bir oğlan çocuğu gibidir! Süreyya, gözü oyundan başka birşey görmeyen bir oğlan çocuğu gibidir ama romanın sonuna doğru birşeyler sezinler gibi olur! Evet!! Sonunda hoşgeldin yetişkinlerin hayatına Süreyya!

Karısı Suad ise ruhen bakir bir kimsedir! Kocasını mutlu etmek için kanat çırpan bir melektir adeta! Verdikçe vermesine rağmen kocasına yetemediğinden, onu mutlu edemediğinden elemlidir. Salt kocasını düşünen, onun mutluluğu için gözü kapalı uğraşan bir kadındır Suad.. Romanın ilk birkaç bölümünden sonra hayatını sorgulamaya başlayan genç kadın, kocasını mutlu edemediği zamanlarda gençlik günlerini düşünüp ah ederken, genç kalbin ve genç emellerin ne de çabuk söndüğünden yakınmaya başlar. Suad en başlarda eşiyle mutlu, Süreyya’sız bir hayat düşünemezken, eşinin egoistliğini gördükçe hayatlarını sorgulamaya başlar. Hayatının baharı geçmektedir, her güzel şey gibi kocasıyla olan mutlu anlar da sonlanmaktadır ve kocasına yetememektedir! Eskisi gibi yeniden mesud olmanın mümkün olup olmayacağını düşünürken bu çıkmazda damla damla ölüyormuş gibi hissetmeye başlar Suad..

Evlerine sürekli gelip giden, bazen günlerce onlarla kalan, onlarla yiyip içen, gezip tozan hem akraba hem arkadaş Necib romanın baş kahramanıdır. Necib değişik karakterleri bünyesinde toplamış, gözlemci ve hayat tecrübelerinden dolayı önyargılı bir beydir. Necib, Süreyya ve Suad çiftine yaptığı ziyaretler sırasında Suad’a aşık olduğunu hisseder. Bunun en büyük nedeni Suad’ın diğer kadınlardan farklı olmasıdır. Suad eşine sorgusuz sualsiz sadıktır, gözü kimseyi görmemektedir, aklından fesatlık geçmemektedir, ağırbaşlı ve ciddidr. Necib evlenecek olsa Suad gibi bir kadın istemektedir. Necib eve gelip gitmeler sırasında Suad’a öyle aşık olur ki bunun adı artık kara sevdadır. Necib bu aşkı sorgular ve biz okuyucular Necib’in içsesini derinlemesine duyarız. Necib bu aşk nedeniyle Süreyya’ya ihanet etmektedir! Bu nedenle kendisini iradesizlik, sefillik ve iki yüzlükle suçlar tüm roman boyunca. Necib vicdan azabıyla kıvranırken birçok kereler kaçışta bulur çözümü ama dayanamayıp döner gerisin geri/. Bir keresinde Suad’ın eldiveninin tekini gizlice alarak kendine saklar.

Süreyya, Necib ile Suad arasındaki aşk macerasını hisseder ve hiç sevmediği o köhne yerdeki baba evine yeniden dönmeye karar verir. Bu dönüş Necib ile Suad’ın yakınlığına son vermek demektir. Hacer gibi dedikoducu, hased, fesad bir görümcenin yanında Suad’ın Necib’in olduğu yere doğru bakması bile yanlış anlaşılacaktır. Suad bu düşüncelerle Necib’e soğuk davranır ve davranışlarıyla onu kovar.

Artık Suad da Necib de başka bir boyutta, damarlarına mutsuzluk ve endişe zerkedilmişçesine yaşamaktadırlar. Birgün evde kimsenin olmadığı bir an Necib ile Suad karşılıklı konuşma fırsatı bulabilmişlerdir. Bu kısacık romantik sokuluş ve dokunuş sırasında gözyaşı döken Suad, eldivenin diğer tekini koynundan çıkararak verir Necib’e. Bence bütün roman boyunca en romantik nokta daburasıdır çünkü her ikisi de tek eldiveni daima yanlarında gezdirmektediler!  Ve bence eğer bu iki aşık daha evvelce samimi bir halde konuşabilselerdi belki de aşkı bu denli hararetli ve derinlemesine hissedemeyeceklerdir. Aşk gözlerde ve duygulardaböylesine masalsı bir halde kalamayacaktı. Belki de tensellik olacaktı ve aşk ister istemez darbe alacak, sonunda ölecekti.

Evet.. Bu iki sevgili biliyorlardı ki hiç bir zaman aşkı bir arada duyumsayamayacaklardı. Eylül gelmişti. Henüz renk ve koku bitmemişti ama baharın bol renkleri hissedilir bir şekilde kaybolmuştu.. Acı, hırçın, fakat hoş bir tavır vardı bu kayboluşta! Tıpkı içinde bulundukları duygu evreleri gibi..

Hiç olmazsa iki sevgili ölümde birlikte olsalardı.. Kim bilir belki de bu dilek gerçek olacaktı!

Romanın özetini verelim şimdi:
Ateşte yanmak, çaresizlik, pişmanlık, vicdan azabı, ayrılık, kıskançlık, hakaret, ihanet, güvensizlik, hüzün, hasret ve yeniden ateşte yanmak.

Mehmet Rauf’un Eylül romanı bugünün dilinde oldukça çabuk okunabilen, sürükleyici bir eser. Ama ya original dilinde okuyabilseydik? mehmet rauf'un eylul romani

 Bugün kitap kulübümüzde 1900 yılında Mehmet Rauf tarafından kaleme alınan Eylül romanını tartıştık. Roman kendi dilinde okunduğunda dimağlara zenginlik verecek nitelikte harika bir yapıt.. Psikolojik çözümler, ruh analizleri ve betimlemeler tam bir #edebiyat klasiği! Lakin roman günümüz Türkçesine çevrilmeye çalışılmış.. Evet arılaştırılmış bir dille yazılmaya çalışılmış. Birçok yayınevi bu kitabı arı bir Türkçe kullandığını sanarak yayınlamış.. Hepsinde farklı bir uslup kullanılmış. Kimileri okunamayacak kadar zavallı! Cümle düşüklükleri, bozukluklar, gereğinden fazla lakırdı, anlam bozuklukları, birbirine bağlanmayan paragraflar, anlamsızlıklar! Kitap kulübü üyelerinin birçoğu değişik baskıları okumakta hayli çaba harcamış! Fakat biz burada hangilerinin okunabilir olduğunu söylemeyeceğiz.. Bence dilin arışlaştırılması, klasikleri güncelleştirmek için gerekli olabilir. Fakat.. Bu işi ille de ehil kişiler yapmalıdır!!

Bugün kitap kulübümüzde 1900 yılında Mehmet Rauf tarafından kaleme alınan Eylül romanını tartıştık. Roman kendi dilinde okunduğunda dimağlara zenginlik verecek nitelikte harika bir yapıt.. Psikolojik çözümler, ruh analizleri ve betimlemeler tam bir #edebiyat klasiği!
Lakin roman günümüz Türkçesine çevrilmeye çalışılmış.. Evet arılaştırılmış bir dille yazılmaya çalışılmış. Birçok yayınevi bu kitabı arı bir Türkçe kullandığını sanarak yayınlamış.. Hepsinde farklı bir uslup kullanılmış. Kimileri okunamayacak kadar zavallı! Cümle düşüklükleri, bozukluklar, gereğinden fazla lakırdı, anlam bozuklukları, birbirine bağlanmayan paragraflar, anlamsızlıklar! Kitap kulübü üyelerinin birçoğu değişik baskıları okumakta hayli çaba harcamış! Fakat biz burada hangilerinin okunabilir olduğunu söylemeyeceğiz..
Bence dilin arışlaştırılması, klasikleri güncelleştirmek için gerekli olabilir. Fakat.. Bu işi ille de ehil kişiler yapmalıdır!!