Fransız Rivyerası Rüyası

Fransız Rivyerası Rüyası belki kabaca şöyle özetlenebilir:

Bitmek tükenmek bilmez plajları, eskiyle yeniyi aynı anda kucaklayan küçük şehirleri, muazzam yatların demirlendiği yat limanları, şöhret dolu sokakları, markanın her çeşidinin fahiş fiyatlarla satıldığı dükkanları, muhteşem villaları, sakin yerli halkı ile Fransız Rivyerası belki de dünyanın en cazibeli kıyı şeritlerinden biridir.

Bunları söylerken güzelim Türk Rivyerasının, Yunan ve İtalyan Rivyeralarının mükemmeliğini görmezden geldiğim düşünülmesin. Dantel oyası misali koyları, lacivertten türkuaza mavi suları, yeşil kıyı şeridi, sıcacık iklimi, beyaz kumsallarıyla bütün Akdeniz baştan başa albenilidir. Öteki rivyeraların ruhuma işlemiş estetiğini başka yazılarda anlatırım. Bugün Fransız Rivyerası Günlüğümden kısa bir özet paylaşmak istiyorum. En altta fotoğraf galerisini ziyaret etmeyi unutmayın.

2010 yılının Mayıs ayında Fransız Rivyerasına gitmemin nedeni Monaco Prensi Albert’in Yaz Balosuna katılmaktı.

Böyle ilginç bir daveti kaçıramazdım! New York’tan Nice (Nis) şehrine uçmak, oradan otobüsle 25 dakikada Monaco’ya geçmek en vahşi rüyalarımda bile başıma gelmeyecek bir serüvendi. 2010 yılının Mayıs ortalarında, Monaco ve Fransa’nın güneyi rüyalarımdan çıkıp gerçek hayatın tam ortasına oturuvermişti.

Fransız Rivyerası Fransızcada Côte d’Azur olarak bilinir. Bu bölge Fransa ve Monaco’nun güneydoğusunda uzanan Akdeniz sahilleridir.

Monaco, Fransız Rivyerasında konuşlanmış yaklaşık 2 km yüzölçümlü bağımsız ve oldukça zengin bir ülkedir. Birçok konuda Fransa’dan destek alsa da kendi hükümeti vardır ve devletin başında Prens Albert bulunur.

Monaco’nun en popüler şehri Monte Carlo’dur ve gazinolarıyla ünlüdür. Turistlerin fotoğraf çekmek için girip çıktığı gazinolar bana pek  işlek ve para getiren cinsten bir endüstri gibi görünmese de ihtişamı görmeye değerdi! Ayrıca gazinolarda Cary Grant ve Prenses Kelly öne çıkan başoyuncular gibi sürekli sergilenmişlerdi. Yatırım bankacılığıyla ünlü olan Monaco öyle zengin ki her köşe başında el yapması arabalar, limüzinler ve onların başını bekleyen yığınlarca paparazzi görmek işten bile değil!

Monte Carlo birçok filme sahne olmuş bir şehir. Örneğin bazı James Bond ve Alfred Hichcock filmleri Monte Carlo’da çekilmiştir. Prenses Kelly’nin Cary Grant ile çektiği filmde çok tehlikeli yollarda hızlı araba sürme sahnesi vardır. Acı tesadüftür ki, 1982’de feci bir trafik kazasında hayatını kaybettiğinde, virajlı ve dar dağ yollarında aşırı hız sonucu kaza yapan bir arabanın içindeydi. Monte Carlo kraliyet yaşantısından başka bir de araba yarışlarıyla ünlüdür. Monaco World Prix 1 yarışları, 2010’da çekilen Iron Man 2 filminin öne çıkan temasıydı.

Her sabah baştan başa koştuğum küçük ülke Monaco, bir günde -bilemediniz iki günde- detaylıca gezilebilir. Gazinolardan başka ünlü marka dükkanları, yakışıklı tarihi otelleri, katedralleri, Prenses Kelly’nin kaza sonucu hayatını kaybettiği yol ile saraydaki kilisede şatafattan uzak mezarı ve Prenseslerin malikaneleri turistlerin gezi planlarının olmazsa olmazlarıdır.

Fransız Rivyerası, Monaco’dan başlayacak bir araba -ya da otobüs- turuyla bir gün içinde baştan başa gezilebilir. Saint Paul, St-Tropez, Antibes, Vence, Nice (Nis), Eze, Villefranche sür Mer ve Cannes oldukça turistik diğer şehirler. Ayrıca Fransız Rivyerası 150 civarında müze ve sanat galerisi barıdıran buram buram kültürüyle oldukça çekici bir ambians sergiler.

Nis çok güzel, cazibeli ve karakterli bir şehirdir. Buna karşılık Cannes yılda sadece 12 gün süren ünlü film festivaliyle işlek bir atmosfere sahip, onun dışında oldukça sönük ve silik bir şehirdir. Neden Cannes’in böyle bir etkinlik için seçildiğini ve fazlasıyla ticari bir hale büründüğünü, buna karşılık Nis gibi kendinden emin bir şehrin görmezden gelindiğini hiç anlayamadım. Belki de Cannes fahiş fiyatlarla marka satan dükkanlarıyla Nis’e defalarca üstünlük sağladığındandır!

Bir başka küçük belde Antibes sessiz sedasız haliyle orta çağ tarihini ve kırsal yaşantının çekiciliğini sergiler. Sevimli bir yat limanı ve hepsinden önemlisi Picasso Müzesiyle sürprizli bir ev sahipliği sunar. Picasso Müzesi 14üncü yüzyılda yapılmış olan Şato Grimaldi’de (Château Grimaldi) yerleşmiş durumdadır.  Burada Picasso’nun 150ye yakın -alışılmışın dışında- çalışması sergilenir. Örneğin bir odada duvarlar seramik çalışması tabaklarla doluyken, diğer bir odada sanatçının heykel çalışmaları sergilenmektedir. Picasso’nun kübist çalışmalarını dünyanın diğer müzelerinde görebilirsiniz ama Şato Grimaldi’de kübist çalışmalarını bulmak olanaksızdır. Picasso’nun Fransız Rivyerasında yaşadığı yılları yansıtan eserler, yoğun renk ve ışık yansıtan türden, alışık olmadığımız farklılıkta sanatını sergiler.

Saint Paul küçük ve şirin bir kasabadır. Rivyeranın baştan başa sahip olduğu çam, mimoza ve yasemin kokuları Saint Paul’u da baştan başa sarmış haldedir. Yeşilliğin orta yerinde, 14üncü yüzyıldan kalma sevimli kiliseleri ve yüzlerce yıllık evleriyle butik bir mekandır. Şehrin orta yerine her gün kurulan köylü pazarı renk cümbüşü, sağlık ve tazelik sunarken çevresinde bulunan kır kahveleri soluklanmak için keyifli fırsatlar verir. Yol boyunca gezilen diğer Fransız kasabaları da çam, mimoza ve yasemin kokularının egemen olduğu sıcak, samimi ve romantik beldelerdir.

Bana kalırsa rivyerada birçok şehirde restorant seçiminde ortalık yerler tercih edilmemelidir. Çünkü etrafta fotoğraf makinasıyla gezen yığınlarca turist vardır ve merkezi yerlerdeki restorantlar turistlerin hücumuyla tamamen ticari bir görünüm almıştır. Aslında teker teker her bir şehir yürüyerek rahatlıkla gezilebilir ve kaybolmak neredeyse imkansızdır. O yüzden daha içerlerde, turistlerin kaynamadığı bölgelerde küçük restorantlarda halis Fransız yemeklerini tadımlamak hem daha sakin hem de daha otantik seçenekler sunabilir.

Ayrıca Fransız Rivyerasını tam olarak keşfetmek için Monte Carlo’da değil Nis’de kalmanın önerildiğini duydum. Ben yaz balosu için zaten Monte Carlo’da bulunduğum için böyle bir seçeneğe sahip değildim.

Rivyeranın dışına çıkmak isteyenlere hızlı tren oldukça kolay servisler sunuyor. Örneğin 10 dakika’da Paris’e gidebilirsiniz. Gelmişken bir de İtalyan Rivyerasını göreyim derseniz San Remo ya da Portofino’ya günübirlik giderek, ucuz kıyafet ve hediyelik eşya alışverişi yapabilirsiniz.

Fransız Rivyerasında hoşuma giden şey: Yerel halkın beklenmedik bir şekilde kibar, sakin ve saygılı oluşu.
Fransız Rivyerasında hiç hoşuma gitmeyen şey: Kuruz gemileriyle gelen yüzlerce turistin küçücük şehirleri gün boyunca istila etmesi.

Unutmadan.. Prens Albert’in yaz balosu da Fransız Rivyerası gibi şık ve gösterişliydi. Fransız Rivyerası Rüyasıydı..

Diğer gezilerim için tıklayın..